29 Ekim 2024 Salı
Mehmet YAZICI
Bu memleketi ejderhalar yemedi!
Bütün zenginliklerini,
Cumhuriyetin bütün birikimlerini haramiler satıp talan etmedi mi?
Şimdi de geleceğimizi ipotek altına alıyorlar!
Gençlerimizi göz göre göre ölüme sürüklüyorlar!
Üniversite mezunu binlerce genç işsiz! Dahası umutsuz…
KYK Yurdundan kendini atarak canına kıyan,
Samsunlu Doğuş Can bunlardan biri…
Sadece Doğuş Can değil ki!
Atanamayan öğretmeler tamamen çaresiz…
Üstelik mülakattan, torpilden yakınan öğretmen adaylarına şimdi bir darbe daha vurdular!
Sözde mülakat kaldırdılar!
Ama bakın mülakatın yerine ne geldi!
Daha beteri!
***
Diyelim ki üniversiteyi bitirdiniz…
4 yıl okuduktan sonra mezun oldunuz,
İşe girmek için önce KPSS sınavına giriyorsunuz…
Yetmedi!
Diyelim ki puanı da tutturdunuz, ama mezun olduktan sonra 2 yıl daha Öğretmen Akademisinde okuyup oradan da mezun olacaksınız!
Diyelim ki bu iki yıl içinde tek bir dersten kaldınız,
Hoop! En başa dönüyorsunuz! Dalga geçer gibi!
Nasıl? Böyle iyi mi?
***
Yeniden KPSS sınavına girip Öğretmen Akademisi’ne yeniden başlayacaksınız!
Yani üniversitenin verdiği eğitimi bir kez daha veriyorsunuz! Olacak iş mi?
Üniversitenin hocalarına, o hocaların verdiği eğitime güvenmiyor musunuz?
***
Ekonomik kriz aşılır, sorunlar çözülür!
Daha çok çalışılır, borçlar ödenir!
Hırsızlar yakalanır, hortumlar kesilir!
Bu soygun makineleri devletleştirilir…
Bir şekilde ekonomik sorunlar çözülür!
Ama asla çözülemeyecek şeyler var!
Bunlar, ülkenin her şeyini çaldıkları gibi…
Gençlerin umutlarını da çaldılar!
***
Bu durum ekonomik çöküşten çok daha önemli!
Geleceğe dair bir beklentisi kalmadı artık gençlerin!
Onları hayata bağlayacak ne var?
Farkında değil misiniz?
Bu ülkede Doğuş Can’lar ölüyor!
Bu sese kulak verin!
Sistemin kurbanı Doğuş Can’a, işe girmek için girdiği mülakatta,
“Hangi takımı tutuyorsun” diye sordular!
İşe girme hayaliyle mülakata giren Doğuş Can,
Size ne yanıt versin?
***
İşte bana aşağıdaki satırları yazan o gençlerden biri…
“Umarım Doğuş Canlar çoğalmaz!” diye bitiriyor yazısını…
Ürpermemek elde değil ki…
Ve şöyle diyor iletisinde…
“Merhaba
Ben ismimi vermek istemiyorum ama sebebini de söyleyeyim benim gibi düşünen benim gibi bu anlatacağım şeyleri yaşayan çok insan olduğunu düşündüğüm için söylemeyeceğimi belirteyim.
Ya da belki bir şeyleri özgürce ifade etmekten korktuğumuz için de olabilir.
Her neyse sizi sıkmayayım…
Size biraz hikayemden söz etmek istiyorum.
Çünkü içime attıklarım beni tüm sosyal hayatımdan ve umutlarımdan kopardı…
Ben lise 12. Sınıfa kadar hep okul birincilikleriyle bu aşamaya gelmiş bir gencim…
Yanlış anlamayın, hiçbir zaman herkesin başarı diye nitelendirdiği şeyleri başarınca kendimi başarılı olarak gören biri değilim!
Kendimi 80 yaşında gibi hissetsem de evet! 20 yaşındayım…
Bugüne kadar her dönem okulları hep birincilikle bitirdim…
Ve onca umutlarla matematik öğretmenliği bölümünü kazandım…
İnsan hayatta bir şeylere tutunmak ister ya, hatta yeni doğmuş bir bebek bile fıtratı gereği güvende hissetmek için, mutlu hissetmek için filan hemen bir elleriyle annesinin, babasının, doktorun parmağını sıkar ya!
Ben de hayatım boyunca hep ideallerimin parmağını sıktım! Onlarla bu hayata tutundum…
Affedersiniz ama bu üniversiteyi kazanmak için köpek gibi de çalıştım.
Öğretmenlerimin hepsi buna şahittir…
Hayatımda tek çıkış noktamın okumak olduğunu düşündüğüm için bunları yaptım.
Üniversiteye geldim ve burada da gayet iyi çalışıyorum, emek veriyorum. Başarılı bir öğrenciyim…x
Büyük umutlarla başladığım bölümle ilgili bir hafta kadar önce yeni bir yasa çıkardılar…
Yasa diyor ki,
Siz dört yıl eğitim fakültesini okuyacaksınız.
Oradan mezun olunca öğretmen değil, öğretmen adayı olacaksınız.
Sonra KPSS’ye gireceksiniz.
Çok yüksek puan alsanız bile yine öğretmen adayısınız. (Lütfen bu detayı kaçırmayın)
KPSS’den sonra Akademiye başvuracaksınız.
Elbette torpil filan yok ama sizi birileri layık görürse akademiye alınacaksınız!
Bir buçuk 2 yıl daha bu akademide öğrenim göreceksiniz.
Artı, hiçbir dersten de kalmayacaksınız!
Kalırsanız baştan aynı süreci tekrarlarsınız!
Yani yeni baştan öğretmen adayı olarak yine KPSS’ye hazırlanacaksınız…
Yani bize diyorlar ki,
“Siz o kadar sene emek verin, okuyun.
Ama biz sizi öğretmen olarak atamayacağız!
Boşuna umutlanmayın!”
Canına kıyan Doğuş Can’a mülakatta sorulan “Hangi takımı tutuyorsun” sorusu gibi!
Kendimi ne kadar kötü hissettiğimi anlayamazsınız…
Ne kadar hayattan koptuğumu bilemezsiniz!
Çünkü ne şartlarda okuduğumu ben biliyorum…
Bu şartlar, hem maddi, hem manevi anlamda bizim için çok zor!.
Anlayabiliyor musunuz?
Anlayamazsınız!
***
Madem 4 yıllık okulu iki yıl daha uzatacaktınız,
Biz üniversite tercihimizi yapmadan açıklasaydınız!
Biz de başka bir bölümü tercih ederdik!
Ben isteseydim TIP bölümünü bile kazanırdım…
Hayalim öğretmen olmaktı, o yüzden bu bölümü seçtim!
4-5 arkadaşımız yeni çıkan bu yasa yüzünden okulunu bıraktı.
Öğrenimini donduran arkadaşlarımız var!
Yazıktır, günahtır!
***
Ayrıca, Devletin verdiği, (çok teşekkür ediyorum en azından veriyor!)
2000 TL ile ayın sonunu getirmeye çalışıyoruz!
Tasarruf tedbirlerinden kasıt bu olsa gerek!
Bu şekilde mi iki yıl daha okuyacağız!
***
Biz sadece öğretmen olmak istemiştik!
Ayrıca sizin testleriniz bizim öğretmenliğimizin yeterliliğini sorgulayacak kudrette de değil!
Keza o kudrette olsaydı hak edenler bir yerlere gelirdi!
Dayıları, amcaları, partili yandaşları olanlar değil!
***
Doğuş Can haberini okudum…
Sözün bittiği yer diye herkes yorum yapmış!
Hayır! Buna katılmıyorum!
Doğuş Can’ın intiharı bence sözün bittiği yer değil, “Sözün bitirildiği yerdir!”
Bizi bu kadar umutsuzluğa sürükleyenlerin bilmiyorum içi rahat mı?
Belki de biz gençleri, çıkardıkları bu aptal yasalarla bunalıma sokanlar halimize kıs kıs gülüyordur, kim bilir?
Hangi halimize biliyor musunuz?
İki gün önce yaşadım bunu…
Almam gereken yardımcı bir ders kitabı vardı. Gittim aldım.
Tam 900 lira tuttu…
Para vermemi bekleyen kasiyerin önünde dondum kaldım!
Çünkü bursum 2000 liraydı ve kitabı aldıktan sonra geriye 1100 TL kalıyordu!
İyi de o parayla ay sonunu nasıl getirecektim?
Ne halde olduğumuzu siz anlayın!
***
Biz, öğretmen olmak umuduyla bu zorlukları çekmeye razıydık…
Kalan umutlarımızı da çıkardığınız bu yasayla çaldınız…
Tüm ideallerimizi, umutlarımızı elimizden aldınız…
Bize sebep olanların hiçbirine hakkımız helal değildir…
Bilesiniz!
Umarım Doğuş Canlar çoğalmaz!”
***
Mehmet YAZICI
Dedikodu “küçük adamların” işi!
Ben, yazarak yaşarım!
İşim-gücüm bu benim!
Ancak, şeytan taşlamaktan günceli yazmaya vakit bulamıyordum!
Oysa her gün onlarca sayfa yazarım…
Tasarladığım kitapları bitirmeye çalışıyorum…
Bir süre sonra bunlar birer kitap olarak karşınıza çıkacak!
Tamamını birden okursunuz umarım!
***
Haftada iki gün,
Yani “Pazartesi ve Cuma günleri köşe yazabilirim” demiştim…
Şeytanlar da sorun çıkarıyor zaman zaman!
Bunun için sizden özür dilerim!
***
Önce acı haberi vereyim!
Çok sevdiğim, gazeteci ağabeyim Ünsal Semizoğlu‘nu kaybettik…
Derin üzüntü içindeyim!
“Geldim”, “geliyorum”, “geleceğim” diye hep söz verdim…
Ama bir türlü gidemedim!
Dün Çarşamba’da Ünsal abimizi son yolculuğuna uğurladık!
Allah rahmet eylesin!
***
Gelelim gündeme…
Bir dostum yazmış…
Diyor ki,
“Bugün Samsun’da FETÖ terör örgütü elebaşı ölüm haberi alındıktan bu saate kadar
Samsun Garnizon Komutanı Gazi Davut Ala dışında
Hiçbir siyasi, belediye başkanı, meclis üyesi,
il başkanı, muhalefet parti il ve ilçe başkanı,
bürokrat, STK, Odalar, Borsalar…
Sistematik olarak sessiz kaldılar!
Acaba neden?”
***
Doğrusu ben de pek merak ettim!
Devam ediyor bizimki;
“Oysa ki;
Her 15 Temmuz’dan bir gün önceden basına demeç verenler,
Parayla gazetelere ilanı verenler,
meydanlarda en önden yer kapmaya çalışanlar,
yürüyüşte adeta kendisini pazarlayanlar
bugün hep sessiz kaldılar!
Ne bir mesaj ne de bir haber servis edildi.”
***
Yorumu da yapmış değerli dostumuz!
Bize bırakmamış yani!
Diyor ki;
“Bu sessizlik neden biz biliyoruz tabi;
FETÖ’nün siyasi ayağı olanlar,
FETÖ’den sonra gelecek yeni yapı ile kötü olmak istemeyenler,
kripto olanlar ve korkanlar var!..
Tüm bunlar gösteriyor ki,
FETÖ halen daha güçlü,
halen daha birileri tarafından pasifte destekleniyor.
Bugün Samsun için utanç verici bir gündü!”
***
Bilmiyorum,
Doğru söze ne denirdi?
***
Bu arada MHP fena halde karışmış!
Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasından sonra
Samsun’da MHP’li, Ülkücü camiada bir telefon ve mesaj trafiği başlamış!
Camiada herkes travma geçirmiş durumda…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,
geçen haftaki grup toplantısında
PKK lideri Abdullah Öcalan’a bir çağrı yapmıştı…
“Örgüte silah bırakma talimatı verip terörün bittiğini ilan etsin” demişti!
Bu haftaki grup toplantısında biraz daha ileriye gitti!
Bahçeli “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa,
Gelsin TBMM’de DEM Grup Toplantısı’nda konuşsun.
Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” dedi.
***
Bunun üzerine MHP ve ülkücü camiada ortalık karıştı…
İnsanlar ne yapmaları gerektiğini birbirine soruyor.
“MHP’den istifa”,
“MHP kendisini tasfiye ediyor”,
“Biz neyin içindeyiz” diyenler bu durumu sorgulamaya başladı…
***
Oysa siz,
Yıllardır camiaya böyle belletmiştiniz!
Şimdi öğrettiğiniz ezberleri bozmak kolay değil!
***
Her neyse,
İYİ Parti ve MHP’de sıkıntılı günler yaşanırken,
Aynı kökten gelen ve camiada sevilen
Yavuz Ağıralioğlu ise yeni bir parti kuruyor!
Hadi hayırlısı!
***
Bu arada,
İşe girmek umuduyla katıldığı mülakatta, tuttuğu takımı söylemediği için elenen
Ve KYK yurdundan atlayarak yaşamına son veren
Doğuş Can Kavaklı olayı ile ilgili gelişmeler var!
Bu konuda Avukat Tufan Akçagöz de
“Doğuş Can’ı kim öldürdü?” başlıklı yazımı kaynak göstererek
Kavak Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştu…
Konu ile ilgili ilginç gelimeler var…
Bir sonraki yazımızda bunları ele alalım…
Şimdilik bu kadar!
***
Havalar serin mevzular derin!
Sağlıklı kalın!
Sıkı giyinin!
***
Mehmet YAZICI
Üniversiteden yeni mezun olmuştu…
“Eşyalarımı alıp çıkacağım” diye girdiği
Yurt binasından atlayıp intihar etti…
Hatırladınız mı Doğuşcan’ı?
İçimiz acıdı…
***
Olay hiç de bildiğimiz gibi değildi!
Doğuş Can’ın ağabeyi Sinop’ta polisti…
Kendisi 19 Mayıs Üniversitesi,
Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden birkaç gün önce mezun oldu…
Derslerini geçti, sınavlarını verdi ve iyi bir derece ile üniversiteyi bitirdi…
Rahat bir nefes almıştı yani…
Başarılı bir öğrenciydi…
Doğuş Can Kavaklı’nın…
Hayatının en mutlu günleri bu olsa gerekti!
Efendi, saygılı, mülayim bir gençti…
Anne ve baba ayrı yaşıyordu…
Biricik annesinin kolu kanadı oydu!
Evlerinde birkaç eksik vardı!
“Annem! Merak etme!
İşe girer girmez ilk maaşımla hepsini halledeceğim” diyordu…
Ama öyle olmadı!
***
Okul bitti…
Diploma alındı…
Sıra, iş bulup anneye destek olmaya gelmişti…
O sırada Asarcık Sosyal Yardımlaşma Vakfı eleman arıyordu…
Bunun için bir sınav açıldı…
Doğuş Can Kavaklı kendine güveniyordu…
Zaten başvuru sayısı azdı ve sınava girenler arasında en yüksek puana sahip olan da oydu…
İşe alınacağı neredeyse kesin gibiydi…
Tek sıkıntısı “Dayı” olayıydı!
Doğuş Can’ın herhangi bir yerden torpili yoktu!
İşte! Ne olduysa o gün oldu!
Çünkü sınavda en iyi olmak, en yüksek puana sahip olmak işe girmeye yetmiyordu!
İşin bir de “Mülakat” kısmı vardı!
Ki, “Mülakat” demek “Torpil” demekti…
Yani, adamın varsa sorun yoktu…
Liyakat rafa kaldırılmıştı!
Adamın yoksa ağzınla kuş tutsan bile o iş olmuyordu!
***
Geçtiğimiz Pazartesi günü
Asarcık’ta bunun için bir mülakat yapıldı…
Mülakata giren heyettekilerin isimleri bizde saklı!
İsimlerini vermiyorum…
Hedef olmalarını istemem çünkü!
Söylenene göre bunlardan biri kaymakamdı…
Vekaleten kaymakamlık yapıyordu!
Asaleten atanmayı bekliyordu!
İyi bir torpil bulursa tayini iyi bir yere çıkacaktı!
***
Kaymakamın da hazır bulunduğu ifade edilen mülakatta
Doğuş Can’a ne soruldu dersiniz?
Bunu asla tahmin edemezsiniz!
İşe girmek için umutlanan Doğuş Can’a
“Hangi takımı tutuyorsun?” diye sordular!
Evet!
“Hangi takımı tutuyorsun?”
***
Bunun anlamı şu;
“Boşuna heveslenme! İşe alınacak kişi sen değilsin!”
***
Düşün!
Mülakattasın!
Puanın fazlasıyla yeterli ve mülakat artık formalite gibi…
Mülakattan ortalama bir şey bile alsan bu işe girmeye hak kazanacaksın!
İyi de “Hangi takımı tutuyorsun” diye soran bir heyete ne cevap vereceksin?
Ben,
“Allah belanızı versin” derim!
Ki, ziyadesiyle versin!
Daha ne diyeyim!
***
Okuldan yeni mezun…
PDR çıkışlı Doğuş Can’a bunu sormuşlar…
“Hangi takımı tutuyorsun?”
Doğuş Can ne desin?
İşe girecek!
“Ben” demiş “Milli takımı tutuyorum!”
“Yok yok! Vardır tuttuğun bir takım!” diye ısrar etmişler…
“Vallahi yok” demiş!
“Milli takım, bir de Samsunspor’u tutarım…”
“Ayrıca ben de sporcuyum, spor yaparım, takım filan tutmam!”
Deyince, kafalar karışmış anlaşılan!
İstedikleri yanıtı alamayınca aşağılayarak kovmuşlar Doğuş Can’ı odadan…
***
İddialar böyle…
Doğuş Can da bu yaşadıklarını anlattı arkadaşlarına…
İşe girecek olan belliydi…
Doğuş Can’ın tutuğu takımını bir önemi yoktu yani!
Anlaşılan o ki,
Maksat yorgunu yokuşa sürmekti…
***
Bütün Asarcık biliyor mülakatta Doğuş Can’ın başına gelenleri…
Hayalleri suya düşmüştü!
***
Ve sınav sonuçları Pazartesi günü açıklandı…
Tuttuğu takımı söylemeyen Doğuş Can Kavaklı, mülakatta elenmişti!
Doğuş Can’ın yerine Doğuş Can’ın 12 puan gerisinde olan bir kız işe alınmıştı!
***
Karar açıklandıktan iki gün sonra da
Çarşamba günü Doğuş Can “Eşyalarımı alıp çıkacağım” diye girdiği KYK yurdunun altıncı katından kendini boşluğa bıraktı…
Hayata veda etti!
***
Şimdi bilemiyoruz!
Doğuş Can’ın yerine işe alınan o torpilli genç kız…
O görevi gönül rahatlığıyla yapabilecek mi?
O’nun durumu da ayrı üzücü!
Her yanımız acı…
***
Kaymakam vekiline gelince,
Umarım O’nun da içi rahattır!
Yerine getirdiği talimatın karşılığını umarım alır!
Biz, zatı alilerinin asaleten atanmasını dört gözle bekleyeceğiz!
Nereye atandığını da ilk bizden duyacaksınız!
Merak etmeyin!
Takipteyiz!
***
Mehmet YAZICI
Aşırı istek üzerine,
Haftada iki gün yazmaya karar vermiştim…
Ancak şeytan taşlamaktan salavat getirmeye vakit bulamıyoruz!
***
Biliyorsunuz acılı ve zor bir hafta geçirdik…
Meslek büyüğümüz, ustamız
Osman Kara ağabeyimizi kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz!
***
Oysa son görüştüğümüzde gayet iyiydi…
Güldük, sohbet ettik!
Samsun MHP’den yaklaşık 250 kişiden ihraç istemiyle savunma isteniyordu…
Bu haberi kendisine ben verdim…
“Filancayı MHP’den ihraç ediyorlar!
Olacak iş mi” dedim…
O da şaşırdı…
Sahi, olacak iş miydi?
“Arayalım kendisini öğrenelim” dedi…
Aradım…
Ulaşılmıyor…
Birkaç denemeden sonra vazgeçtim…
Derken biraz sonra geri aradı…
O da Osman Kara gibi kitap kurduydu…
Meğer kitap okurken telefonu kapalı tutuyordu…
Sohbet muhabbet derken,
Sordum!
Olayı doğrulamakla yetindi…
MHP İl Başkanlığı yapmış, partinin önemli bir isminden savunma istemişlerdi…
Savunma filan vermemiş tabi!
“Durum böyle ise MHP’de MHP’li kalmadı galiba” dedim…
Meğer öyle değilmiş, daha beteri!
Bütün bunlara rağmen yine de partisine toz kondurmadı!
***
Rivayete göre MHP’de İYİ Partili var,
AK Partili var,
CHP’li bile var!
Ama MHP’li bulmak zor!
***
Osman Kara ile O…
Yılların dostu…
Osman abi telefonu aldı, uzun uzun konuştu…
Bilemiyorum, belki de bu son görüşmeleri oldu…
***
Veda günü…
Büyük Caminin avlusu Osman Kara dostlarıyla doldu taştı…
Sağcısı-solcusu, yolcusu,
Bürokratı, işçisi, memuru herkes oradaydı…
Osman Kara adına yakışır bir şekilde uğurlandı…
***
Osman Kara,
Milliyetçilik ve Cumhuriyet tarihi konusunda uzmandı…
Bu konularda her şeyi O’na sorardık…
***
Samsun Gazeteciler Cemiyeti,
Samsun, spor basınını yıllardır
Samsunporun deplasman maçlarına taşıdı…
Bizden sonra devamını getiren de olmadı…
***
Yine bir gün,
Samsun Gazeteciler Cemiyeti olarak organize ettiğimiz bir dış saha maçından dönerken
Sivas’ın Gürün ilçesinde mola verdik…
Mangal başındaydık!
Derken arkadaşlar arasında bir tartışma başladı…
Usta gazeteci abimiz Avni Demir,
Ki, Bafralıdır ve Arnavut kökenli olarak bilinir…
“Arnavutlar Türk’dür” diye bir iddia ortaya attı…
Bu söz üzerine oradaki Spor Basını ikiye bölündü…
***
Bana sordular,
“Arnavutlar Türk değil, Arnavut’tur” dedim…
Öyle ya!
“Türk olsa niye onlara Arnavut diyelim?”
***
Konu böyle uzadı gitti…
“Arnavutlar Türk’dür”..”
“Yok efendim, Türk değildir!..”
Derken, “Durun” dedim,
“Bunu bilse bilse Osman Kara bilir…
Zaten Kara’nın memleketindeyiz…
Arayıp kendisine soralım…”
***
Önerim kabul gördü…
Osman Kara’yı aradım…
“Osman abi, Sivas Gürün’den selamlar…
Senin memleketindeyiz.
Şu an seni herkes dinliyor…
Arkadaşlar arasında ‘Arnavutlar Türk müdür, değil midir’ diye bir tartışma çıktı…
‘Bunu en iyi Osman Kara bilir’ diye sizi aradım…
Siz ne dersiniz? Arnavutlar Türk müdür?” dedim…
***
Önce bir sessizlik oldu…
Vereceği yanıt belli ki birilerini mutlu etmeyecekti! Anlaşılan oydu…
Sonra Osman Kara sessizliği bozdu…
“Kim soruyor bunu” dedi…
“TSYD Temsilcimiz Avni Demir, ‘Arnavutlar Türk’tür’ diyor” dedim…
“Avni Demir diyorsa doğrudur” dedi…
***
Ben Osman abimin yalancısıyım!
O gün bugün Arnavutları Türk sayarım!
Öyle kabul ettim!
…
Ruhu şad olsun!
***
Yıllar önce okumuştum!
Ne zaman bir “küçük adam” görsem hatırlarım!
Avustralya kökenli ABD’li psikanalist ve psikiyatrist Wilhelm Reich yazmış…
1946 yılında yazılmış olmasına rağmen “Dinle Küçük Adam” hala değerini koruyor!
***
Karşılaştım yine küçük adamla!
Korkaktı, yazarın dediği gibiydi…
Korkudan tir tir titriyordu!
Bunu saklamak için de hakaretler ediyor, arkadaşlarının arasında bağırıp çağırıyordu…
Oysa küçük adamlardan, bilmemneden tayyarelerden korkmayacağımı herkes bilirdi!
***
Korkusunu gizlemek için de arkadaşlarını korkutuyordu!
Evet! Mesajı yanındakilere veriyor, onları ürkütüyordu!
Çünkü onlar cesur olsaydı kendisi it gibi sokağa düşerdi…
Hak etmediği sıfatını kaybederse biterdi!
Kaynakları kesilirdi!
***
“Dinle küçük adam!” isimli eserde tam da ondan söz ediliyordu…
Küçük adam üretmek yerine boş boş oturmayı severdi…
Duygudan yoksun ve başkaları tarafından güdülen bireylere hitap ederdi…
Yazar, aslında insanoğlunun hayvani yönüne sesleniyordu…
***
Yeteneksiz,
Beceriksiz,
Zavallı!
Ama buna rağmen kitabında “Senden korkuyorum” diye sesleniyor yazar Küçük insana!
“Küçük adam, sen hastasın, çok hasta!”
“Bu senin suçun değil ama hastalığından kurtulmak, kendi sorumluluğunda…”
“Günlük yaşamda kendine bir damlacık saygın yok!”
“Olsaydı böyle ahlaktan yoksun olmazdın!”
***
“Dinle Küçük Adam!” adı sonradan kondu…
“‘Küçük, sıradan, adi adam!’
Kitabın ilk adı buydu;
“Küçük, sıradan, adi adam!”
Küçük…
Sıradan…
Ve adi…
***
Yazarın seslendiği kişi;
Yani küçük adam, üretmeyip tüketen,
Bilimden, sanattan, kitaptan uzak,
kendini gerçekleştiremeyen,
hedefleri olmayan, sevgisiz ve düşünmeyen insandı…
Yani, “Küçük, sıradan ve adi adamdı!”
***
Yazar, seslendiği bireyi sert bir şekilde eleştiriyor…
“Küçük adam/kadın” aslında kitlenin kendisi ve yazar kitleye sesleniyor.
Onun amacı küçük insanı ikna etmek ya da eleştirmek değildi.
Bu çağrının amacı, kitlenin içinde kendi kimliğini yitirmiş küçük insana ayna tutmaktı.
Kitlenin bir parçası haline gelen bireyin ihtiyaç duyduğu şey onun kendi içinde bulunan “yaşamı temsil eden şeyi” keşfetmesiydi.
Ancak bizim küçük, sıradan ve adi adamı düşününce! Yazarın işi çok zor!
***
Tarife bakın siz;
“Sen saz damlı, duvarları hayvan dışkısı sıvalı, çamurdan yapılmış evlerde yaşamayı sürdürüyor ancak ‘Kültür Sarayı’na bakarak gururlanıyor ve gelecek savaşa, yeni efendinin tahtından olmasına dek yönettiğin varsanısıyla kalıyorsun.” (Reich, 2015, s. 21)
***
Yazar bu kitabı sanki okuru rahatsız etmek adına yazmış,
dili akıcı ve sade olsa da üslubu keskin ve sert.
Bu keskin ve sert üslubun ardından okur kendini merceğin altına koymaktan alıkoyamıyor.
***
Aslında kendimize sormaktan çekindiğimiz soruları, yazar onu derinlemesine analiz etmiş bir şekilde küçük adama/kadına soruyor…
Başka bir şekilde yaşayabileceğimizi düşünmeye cesaret edemiyor;
açıkça davranmak yerine taktikler uyguluyor;
Küçük dünyasında aslında kendini yiyip bitiriyor!
***
Yazar,
Psikanaliz biliminin kurucusu Sigmund Freud’un da başyardımcılığını yapmış…
Bakın ne diyor;
“Dinle küçük adam!”
“Kendini o koltuğa tutsak eden yine kendinsin;
Az anladığın ne kadar şey varsa ona hayran oluyorsun;
mutluluk, emek, hizmet bekler ama sen onu sadece yiyip bitirmek istiyorsun!”
“Kendini sağlama almayı önemsiyorsun;
hamle yapmaktan korkuyorsun,
dipten ve doruktan korkuyorsun;
korktuğun için bağırıyorsun;
saygın görünümlere girip içten içe kendini aşağılıyorsun;
yazılanları anlamasan da onlara inanıyorsun;
özgür, canlı ve doğal hiçbir şeye katlanamıyorsun;
sahip olduğun sorumluluğu kabullenmiyorsun;
gerçekleri duymak ve görmek istemiyorsun;
yaşamaktan korkuyorsun.”
“Oysa yalnızca sen kurtarabilirsin kendini…”
***
Bunları ben değil, kitap söylüyor…
“Dinle küçük adam”
Bu kitabı hararetle tavsiye ederim sana…
Bu seni büyük yapmaz elbette…
Ruh ve beyin küçük olunca Meydan Larus okusan ne fayda!
Ama en azından ne kadar küçük, zavallı ve çaresiz olduğunu anlarsın!
Oku küçük adam!
***